18 Mart 2010 Perşembe

YENİ BABİL: BİR KARŞI-ŞEHİRCİLİK ÜTOPYASI


RAHMİ ÖĞDÜL

18 Mart 2010

Paris’te İkinci Dünya Savaşı sonrası soyutlamacı, dışavurumcu eğilimler taşıyan pek çok grup ortaya çıkmıştı. Bu gruplardan biri de Cobra’dır. 1948 yılında Hollandalı Karel Apel, Belçikalı Guillaume Corneille ve Danimarkalı Asger Jorn tarafından kurulan bu grubun adı, geldikleri kentlerin baş harflerinden oluşuyordu (Kopenhag, Brüksel ve Amsterdam). Hayal gücünün harekete geçirilmesini savunuyor, aklın, işlevselciliğin tüm baskılarından arınmış serbest bir ifade tarzını benimsiyorlardı. Daha sonra Asger Jorgen, Bauhaus’un işlevsel ve rasyonalist yaklaşımına karşı çıkarak Uluslararası İmgelemci Bauhaus Hareketi’ni başlattı.

KONFORMİZME KARŞI SANAT
Aralarında İmgelemci Bauhaus Hareketi’nin de bulunduğu çeşitli gruplar 1957’de Sitüasyonist Enternasyonal ile birleşmeye karar verdi. Sitüasyonist faaliyetler, modernist şehircilik anlayışını şiddetle eleştiren “üniter şehircilik” programının etrafında gelişmişti. Üniter şehircilik, tüketici toplumun faydacı mantığını reddediyor, onun yerine özgürlük ve oyunun merkezi bir rol oynayacağı dinamik bir şehrin gerçekleşmesini hedefliyordu.

Sitüasyonizm sanat, toplumsal praksis ve kuramsal düşünce arasındaki sınırları ortadan kaldırarak, statükoyu devirmeye çabalayan avangard hareketlerin sonuncusuydu. Sitüasyonistler olayların normal seyrini çökerten durumlar yaratarak kentin sıkıcı rutininin dışına çıkmayı, kenti yaratıcı bir şekilde deneyimlemeye çalıştılar. Toplumun tüm düzeylerinde gerçekleştirilecek ve tüm yaşam deneyiminin içine nüfus edecek acil bir devrimdi bekledikleri. Dolayısıyla düzenle özdeşleşebilecek, mimarlık ve şehirciliğin çağdaş uygulamalarını da kapsayan tüm durumlara karşı çıktılar. Sitüasyonistler açısından, modernist mimarlık, kapitalist tüketim kültürün parçası olan rasyonalizasyon ve konformizme karşı çıkmayı çoktan bırakmış, sistemle bütünleşmişti. Öncelikle bu anlayışlara direnmeleri ve alternatif projeler üretmeleri gerekiyordu. Bu karşı-şehirciliğin ya da üniter şehirciliğin en somut göstergesi, eski bir Cobra üyesi olan ve sitüasyonistlerle birlikte çalışan Constant’ın projesi Yeni Babil’dir.

OYUNCUL İNSAN
Muazzam bir maketler, haritalar, eskizler ve resimler dizisinden oluşan yeni bir yaşam ve yeni bir toplum için ütopyacı bir projedir Yeni Babil. Constant kendi projesine “yalanlar toplumunun antitezi” adını verdi. Tüm normların, uzlaşımların, geleneklerin ve alışkanlıkların bertaraf edildiği bir dünya tasarladı. Gelip geçici, kısa ömürlü olan şeyler egemendir bu dünyada. Her şeyin kamusal bakış altında gerçekleştiği, kolektif yaratım ve mutlak bir saydamlıktan oluşan bir dünya. Homo ludens’in (oyuncul insan) ikametgâhıdır Yeni Babil, hayal gücü ve deney iktidarı ele geçirmiştir.

Constant’ın projesinin temelinde, üretimin tam otomasyonu sayesinde çalışmanın artık gereksiz olacağı, dolayısıyla insanların sonsuz boş zamanın keyfini sürebileceği düşüncesi yatmaktadır. Bu ütopyada yeryüzü birbiri ardınca sıralanan sektörlerden oluşmuştur. Bu sektörlerdeki yaşamın tipik özelliği, insanların tamamen özgürleşmiş olmasıdır; tüm bağlardan, normlardan ve uzlaşımlardan kurtulmuşlardır; tam olarak denetledikleri ortamlarda yaşarlar. Bir düğmeye basarak sıcaklığı, nem oranını, kokuların yoğunluğunu ve ışığın şiddetini ayarlayabilirler; birkaç basit işlem sayesinde bir odanın biçimini değiştirebilirler. Sürekli olarak değiştirilebilen çok sayıdaki “atmosfer” (aydınlık ya da karanlık, sıcak ya da serin, dar ya da geniş) arasında tercih yapabilirler.

Erotik oyunlar, film çekimleri, radyo ya da bilimsel deneyler için, inziva ve dinlenme için ayrılmış yerler vardır. Yeni Babil, içinde yaşayanların kendiliğindenliği ve yaratıcılığı tarafından sürekli olarak yeniden yapılandırılan dinamik bir labirenttir. Bu dünyanın sakinleri, uzlaşmanın ve her türlü kalıcılığın reddedilmesine dayalı göçebe bir varoluşu benimsemiştir.

Bu aşırı teknikleşmiş Yeni Babil projesi, sitüasyonistler tarafından eleştirildi ve Constant’la yollarını ayırdılar. Kapitalizmin halkla ilişkiler görevlisi olarak suçluyorlardı Constant’ı. Oysa sitüasyonistler için üniter şehircilik sadece bir kalkış noktasıydı, köşe başında beklediğine inanılan toplumsal devrim için, hayal gücünü harekete geçirmek için bir katalizör işlevi görüyordu. Gösteri toplumunu kıyasıya eleştiren Debord açısından Constant’ın projesi de gösterinin bir parçası olmaya meylediyordu açıkçası.

Modern üretim koşullarının hüküm sürdüğü toplumlarda, tüm yaşam kendisini muazzam bir gösteriler birikimi olarak sunuyor bizlere. Doğrudan yaşanılmış her şey bir temsil haline dönüşüyor. Böyle bir toplumda imaj özerk hale gelmiştir ve tüm toplumsal sisteme temsilin tekeli hükmediyor. Gerçek dünya, doğrudan yaşanılan yaşam, sadece imajlara dönüşüyor ve bu imajlar gerçeklik gücü elde ediyor. Başka bir şehir önceden belirlenmiş, tanımlanmış, tasarlanıp imaja dönüştürülmüş bir ütopyadan değil, sakinlerinin karşılaşmalarından, kendi aralarında kuracakları ilişkilerden, birlikte verecekleri kararlardan ortaya çıkacaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder