16 Nisan 2010 Cuma

YENİ BAROK BEDENİ GÖRMEK


RAHMİ ÖĞDÜL

15 Nisan 2010

Barok kıvrımlarıyla ayırt ediliyor. Deleuze, Kıvrım (Bağlam Yayıncılık, 2006) adlı kitabında baroğu şöyle tanımlıyor: “Barok, bir öze değil de daha çok işler haldeki bir fonksiyona, bir özelliğe gönderme yapar. Durmaksızın kıvrımlar meydana getirir” ve hemen ardından ekliyor: “Baroğun özelliği sonsuza giden kıvrımdır.” Baroğu sonsuza giden kıvrım olarak tanımlıyorsak, onu bu haliyle en kolay nerede buluruz sorusunu, giyside diye yanıtlıyor Deleuze. Barok sanatta kıvrımlarıyla birlikte giysiler, bedeni çoğaltarak sonsuza taşıyorlardı. Ruhun ve bedenin tutkularını cisimleştirme çabası içindeki barok sanatçılar acıyı, öfkeyi, nefreti, sevgiyi yani tüm duyguları kıvrımlı hale getirerek bedeni sonsuza dek genişleterek mekânı kıvrımlarla doldurdular. Ateşten, sudan, topraktan ve havadan giysileriyle bedenler sınırlarının ötesine taşındılar; bedenler kıvrımlaştıkça kendi mekânlarını yarattılar.

KIVRIMLI DÜNYA
Kıvrımları elbette barok icat etmemişti. Örneğin on beşinci yüzyılın ilk yarısında Resim adlı risalesinde Leon Battista Alberti giysinin, örttüğü şeye, yani bedene bağlı olduğunu açıklıyordu; “Kıvrımlar” diyordu Alberti, “bir ağacın gövdesinden çıkan dallar gibi hareket ederler. Bu şekilde kıvrımlar, bedenin tüm hareketlerine bağlı kalırlar, öyle ki giysinin hiçbir parçası hareketten yoksun kalmaz.” Bir ağacın gövdesinden çıkan ve ağaca bağlı kalan bu kıvrımları barok sürekli eğip bükmüş ve onları sonsuza dek taşımış, sonunda gövde de ortadan kalkmış ve kıvrımlar yatay olarak gelişen bir rizom halini almıştır. Bedenin kıvrımlar içinde kaybolduğunu, kıvrımlaştığını, kıvrımların özerklik kazanarak mekânı doldurduklarını gösteren Bernini’nin Azize Teresa (1652) heykelini burada anmak gerekiyor.

Bu heykelin güzelliği sadece meleğin görkemine, elinde taşıdığı okun cinsel sembolizmine ya da azizenin, aşk ateşiyle kendinden geçtiğini dışa vuran yüzündeki ifadeye değil, aynı zamanda bedeninin, giysi kıvrımları içinde kaybolması gerçeğine de dayanmaktadır. Heykelde esrime halindeki bir bedene özgü tüm coşkulu ve ateşli titreşimleri görüyoruz; azizenin bedeni bir dönüşüm geçirmektedir ve kıvrımlar halinde kendini sonsuzca çoğaltır; artık bir özden değil işler haldeki bir fonksiyondan söz edebiliriz burada; kıvrımlarıyla kendisini yeryüzü katmanlarının kıvrımlarına katan bir bedenden.

16. yüzyılın sonunda bedeni ve yeryüzünü aklın egemenliğine sokmaya çalışan Protestan reform hareketine karşı bir hamle olarak başlamıştı barok kültür. Protestanlık, bedeni denetim altında tutmaya, küçültmeye, bedenin tutkulu, tensel kıvrımlarını budamaya çalışan bir bahçe kültürüydü bir bakıma; denetlemez olanı, akışkan olanı, yani grotesk olanı denetlenebilir hale getirme çabası; her şey tanımlanabilir ve sınıflandırılabilir olmalıydı. Oysa ele avuca sığmayan, sınırlarının ötesine taşan grotesk beden, dayatılan hiyerarşileri, katı kuralları yerle bir ederken, kendisini evrensel olarak dayatmaya çalışan bedensiz akılla dalgasını geçiyordu. Bu yüzden grotesk beden, modernitenin atası sayılan Protestanlar açısından tehlike arz etmiştir, bastırılmalı ve uygarlaştırılmalıydı. Grotesk olan, ırk, cinsiyet ve tehlikeli sınıflar olarak kendini dışa vuran uygarlaşmamış ‘öteki’yi temsil ediyordu; üstelik uygar kalabilmeleri için erkek, beyaz ve heteroseksüel seçkinlerin bile içlerinde pusuya yatmış grotesk tutkularını bastırmaları lazımdı. Duygusal, tensel kuvvetlerinden arındırılmış modern kapalı bedenler icat edildi böylelikle. Ancak grotesk hiçbir zaman kaybolmadı; modern, kapalı bedenlerin içinde, her ne kadar bastırılmış olsa da yaşamayı sürdürdü.

KRİZ KÜLTÜRÜ
Barok bir kriz kültürüydü; yeni ortaya çıkan ve bedeni aklın denetimine sokmaya çalışan Protestanlar ile bedensel duygular, tensellik aracılığıyla kutsalı deneyimlemeye direnen Katolikler arasındaki çatışmayı yansıtan bir kültür. Günümüzün postmodern durumu da pek çok bakımdan bu barok dönemi andırıyor. Bir tarafta modernliğin bir koşulu olarak bedenin ve tenselliğin denetim altına alınması, öte yanda bu denetimi ihlal eden bedenler ve ihlal etmek için kışkırtan koşullar yer alıyor. Uygarlaşmış beden anlayışı ile duyusal ve tensel yaşantıyı daha değerli gören bir anlayışın iç içe geçtiğine tanıklık ediyoruz. Tenselliğe, kendisini bedensel tutkularla, hazlarla çoğaltmaya ağırlık veren üçüncü bir beden tipi beliriyor grotesk ve modern bedenlerin hemen yanı başında: Yeni barok beden. Ve Protestanlarımız bu yeni bedene saldırmakta geç kalmıyorlar. Sonsuzca kıvrılmaya meyilli bir bedeni yerli yurtlu hale getirme mücadelesi devam ediyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder