28 Ekim 2010 Perşembe

ADI KONMAMIŞ BEDENLER



RAHMİ ÖĞDÜL

28 Ekim 2010

“Ressamın beyaz bir yüzey karşısında olduğunu düşünmek hatadır” diye yazıyordu Deleuze, ‘Duyumsamanın Mantığı’nda. Ressamın tuvali, hayatını, atölyesini ve zihnini kuşatan imgelerle doludur. Ressama düşen iş yüzeyi doldurmak değil, aksine boşaltmak, tıkanıklığı gidermek, temizlemektir. Resim yapma sürecinin, tuvali dolduran bu kalabalığı seyreltme, eksiltme süreci olduğunu pekâlâ söyleyebiliriz.

CENGİZ UĞUR’UN BEDENLERİ
Cengiz Uğur’un son kişisel sergisini gezerken ressamın karşısında duran beyaz yüzeyi bir boşaltma edimine tabi tuttuğunu, etrafını saran, zihnini işgal eden imgeleri eksilterek görünür kıldığını hissedebiliyor insan. Uludağ Üniversitesi Resim Bölümü’nden mezun olduktan sonra Neş’e Erdok atölyesinde yüksek lisansını tamamlayan Cengiz Uğur, kendisini bir ressamdan ziyade bir ‘resim sever’ olarak tanımlaması da imge ile kurduğu ilişkiyi ‘philos’ düzeyine taşıdığını gösteriyor. Tıpkı bir ‘philosophos’un etrafını, zihnini kuşatan nesnelerin niteliklerini eksilterek bilgiye ulaşması gibi Uğur da tuvalini bir eksiltme edimine maruz tutarak kendi imgelerine ulaşıyor.

Film kareleri, dostların fotoğrafları, sevdiği yazarların imgeleri… Desen çalışması yapmadan, doğrudan boya lekelerinden yola çıkarak, tuvalini virtüel ve aktüel olarak dolduran imgeleri fırçanın ve boyanın iradi ve gayri iradi güçleriyle eksilten Cengiz Uğur için her yeni resim, bir yolculuğunu andırıyor adeta: lekelerle başlayan ve sonu kestirilemeyen bir yolculuğu. Çiğnenmekten aşınmış yolların, klişelerin tuzağına düşmemek için her seferinde yeni yolların peşine düşüyor, tuvalde yeni izler keşfediyor, çoğu zaman da rastlantısallığa kapı aralıyor. İmgelerle tıka basa dolu bir zihinle baktığımızdan olacak, hep eksiklik hissi veriyor Uğur’un resimleri bu yüzden. Haritalanmış yolları kat etmek yerine kendi patikasını açmaya çalışan, sürekli yolda olan bir ressam için bu kaçınılmaz bir şey. Yolculuğun sona ermesine, tamama ermeye, katılaşmaya direniyor.

Renklerini popüler renk skalasından seçmek yerine, duyumsadıklarını renge dönüştürüyor Uğur. Portekizli yazar Fernando Pessoa yakın bir dostuna, “Asla bir geleceğe sahip olmamış olduğum günlerden birindeyim. Karşımda yalnızca bir sıkıntı duvarıyla kuşatılmış, taş kesilmiş bir şimdi var” diye yazdığı mektubunu, “Hissetmek – ne renktir acaba?” sorusuyla sonlandırıyordu. Hissetmenin de bir rengi var. Cengiz Uğur renklerle duyumsayan, duyumsadıklarını renklendiren biri olarak kendi duygu skalasından seçiyor renklerini. Tuvalindeki bedenleri duyumsayarak boyuyor.

NAZAN AZERİ: ADI KONMAMIŞ
Bedenlerden daha çok örtülerin hipostaz haline getirildiği günümüzde Nazan Azeri, örtü ile beden arasındaki ilişkinin izlerini süren yapıtlarıyla tanınan çağdaş sanatçılardan biri. Örtüler kendi başlarına varlıklar, özsel doğalar, temel gerçeklikler olarak ele alınıp hipostazlaştırılırken, beden ancak örtü aracılığıyla toplumsal olana katılabilen, örtüsüz olamayan, örtüyle varlık haline gelebilen bir hiçliğe indirgeniyor. Nesne niteliklerinden bağımsız olarak var olamayacağı gibi beden de nitelikleriyle birlikte var olabilir. İşin tuhafı, bedene nitelik kazandıran, bedenin salt fiziksel özellikleri değil, giysileri. Toplumsal bedeni örtüsüz düşünmek neredeyse imkânsız. Bedenin, toplumsal olana dâhil edilirken mutlaka üzerine yazı yazılması, yazıyla, giysiyle bir şekilde örtülerek toplumsallaştırılması gerekiyor. Bir başka deyişle beden, Nazan Azeri’nin ‘Örtüsüz-Karalamalar’ adını taşıyan işinde olduğu gibi, üzeri çizilerek iptal edildiğinde toplumsallaşabiliyor ancak.

Toplumsal cinsiyetin sadece giysilerle tanımlandığı bir toplumda giysilerin kendi başlarına varlıklar olarak bağımsız bir hayat sürmesini, eril (takım elbise) ve dişil örtüler (gelinlik) kullanarak sorunsallaştıran Nazan Azeri, tuval üzerine uyguladığı çeşitli tekniklerle, videoyla, fotoğrafla örtü-beden ilişkisini görünür kılıyor. Son sergisinde örtü-beden ilişkisini ev mevhumuna da taşıyan Azeri’nin, çocukluk çizimlerinden devşirdiği üç boyutlu devrik evleri, kabuk değiştiren hayvanlardan arta kalan boş kabukları andırıyor.

Cengiz Uğur’un “Bedenler” sergisini Beyoğlu Akademililer Sanat Merkezi’nde 13 Kasım 2010’a, Nazan Azeri’nin “Adı Konmamış” sergisini ise Mısır Apartmanı CDA Projects’de 27 Kasım 2010’a kadar görmek mümkün. Farklı duyumsamalar ve tekniklerle bedenlere ve örtülerine yaklaşan bu iki sergi, bizleri birlikte düşünmeye davet ediyor.

1 yorum:

  1. Çok güzel bir yazıymış, yeniden okudum :))) çok güzel tanımlamışsın... Teşekkürler, sevgiler :)))

    YanıtlaSil