6 Ocak 2011 Perşembe

KUDRETLİ VE NEŞELİ BEDENLER


RAHMİ ÖĞDÜL

06.01.2011

Batı kültürünü, insanın bedenli doğasının bir inkârı gibi okumak da mümkündür. Beden zihnin berraklığını tehlikeye atan, karmaşık duyguların, tutkuların kaynağı olarak hor görüldü yıllarca. Özellikle sosyolojide kuramcılar, insan davranışlarını ve toplumsal ilişkileri biyolojik açıklamalara indirgemekten kaçınmak için toplumsal aktörü adeta bedensiz bir varlık olarak kurmaya çabalamışlardır. Her türlü duygusal ifade uygarlaşmamış bir varlığın göstergesine dönüştü. Fiziksel duyumlar, arzular ve dürtülerle kirlenmemiş saf aklın peşine düştüler ve bedeni bu saf aklın tahakkümüne soktular. Bizler de kendimizi toplumsal varlıklar olarak kurarken sadece kafadan oluşan, adeta bedeni olmayan yaratıklara dönüştürdük kendimizi. Duygular bozguncuydu; kaosla, düzensizlikle, öngörülmezlikle ve irrasyonellikle ilişkilendirilen duyguları bastırmak, bedeni denetlemekten, hatta yok saymaktan geçiyordu. İrrasyonel duygularla kirlenmemek, zihnimizin berraklığını korumak, zihnimizi pürüzsüz, lekesiz bir yüzeye dönüştürmek için kendi içimizde korkunç bir kavga tutuşuyoruz her seferinde. Kendi bedenimiz üzerinde kurduğumuz bu tahakkümü iktidarlar, toplum denilen bedene taşımayı hayal ediyorlar içten içe.

Geçen hafta bir TV kanalında izlediğim, Kurt Wimmer’in 2002 tarihli ‘Equilibrium’ (‘İsyan’ adıyla gösterildi) adlı filminde tüm duygularından arınmış bireylerden oluşan bir distopya anlatılıyordu. Geleceğin dünyasında faşist bir rejim, Prozium adlı duyguları yok edici bir ilaçla bireylerin her türlü duygusal dışavurumunu, duygusal üretimini engelleyerek totaliter bir sistem inşa ediyor. Filmin bir sahnesinde Prozium kullanmayan bir grup sanatçının bir atölyede yasa dışı bir faaliyet olarak sürdürdükleri sanatsal eylemlerinin silahla bastırıldığını görürüz. Duygularını dolayısıyla bedenli bir varlık olduklarını unutmayan bir grup insan, ilaç kullanmayı reddederek bu faşist rejime isyan başlatmışlardır. İsyan etmek için duygulu, bedenli varlıklar olduğumuzu hatırlamamız, bedenlerimizi yeniden keşfetmemiz gerekiyor.

Equilibrium’da anlatılan, tamamen duygulardan arındırılmış, bedensiz bir toplum inşa etmek ne yazık ki mümkün olmadığı için iktidarlar daha çok insanların duygularını manipüle etmekle uğraşıyor, tebaalarını kederli varlıklar olarak kurmaya çalışıyorlar. Spinoza ne kadar da haklı; iktidarların bizi kederli bir tarzda duygulandırmaya, etkilemeye ihtiyaç duyduklarını, bu yüzden despot ile rahip arasında derin bir bağ olduğunu söylüyordu. Her ikisi de bireyin var olma gücünü, kudretini azaltmak, kendisini iktidarın eline koşulsuz teslim etmesi için kederli duygulanımlardan medet umuyor. Aksine kudretlenmemiz için neşeli duygulara ihtiyacımız var; isyan neşeli bireylerin var olma gücünden, kudretlenme arzusundan kaynaklanıyor.

Bir bedenin biçimiyle, organlarıyla ya da işlevleriyle tanımlanmayacağını, bir töz ya da özne olarak da kurulamayacağını söylerken, bedenin bir uçta kederin diğer uçtaysa neşenin yer aldığı bir duygulanım skalasında salınıp duran bir akış olduğunu vurguluyordu Spinoza. Bedenleri duygulanma ve duygulandırma güçleri olarak tanımlıyordu. Bir özne artık biçimiyle ya da işleviyle değil, muktedir olduğu duygularıyla tanımlamamız gerekiyor.

Bedenlerimiz nelere muktedir olduğunu önceden bilmemiz mümkün değil; başka bedenlerle ilişkiye geçtiğimizde, bağlantılar kurduğumuzda, bedenlerimizin içinde saklı olan gizil güçlerin açığa çıktığını, genişlediğimizi görüyoruz. Bu yüzden zaman zaman kendi bedenlerimizin nelere kadir olduğuna şaşıp kalıyoruz.. Bir deney alanı olarak yeryüzüyle, başka bedenlerle kurduğumuz ilişkilerle kudretimiz ya artıyor ya da iktidarların ihtiyaç duyduğu kederli varlıklara dönüşüp kendi kabuğumuza çekiliyoruz.

Temiz, parlak yüzeylerden oluşan, her türlü duygudan arınmış bedenler ve zihinler yerine, deneyimlerle, duygularla kirlenmiş, kirlendikçe neleri yapabileceğini gören akışkan varlıklara dönüştüğümüzde, kudretimizi arttıran yeni beden bileşimlerini keşfettikçe dünya eskisinden çok farklı olacaktır kesinlikle.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder