28 Nisan 2011 Perşembe

KÜLTÜREL KODLARI ÇÖKERTMEK



RAHMİ ÖĞDÜL

28 Nisan 2011

Kültürel kodları ters yüz ederek, bozarak, bize dayatılan mesajların arkasında yatan politik gerçekliği görünür kılmaya çalışan eylemcilerin eylemlerine tanıklık ediyoruz son zamanlarda. Eski bir taktik olsa da hâlâ iş görüyor. Ankaralı Küf Project ekibinin, alt geçitlerle kenti köstebek yuvasına çeviren, insanlar için değil de taşıtlar için bir kent tasarlayan belediye uygulamalarını gözler önüne serdikleri eylem ana haber bültenlerine taşınmıştı. Kuğulu Park alt geçidinin girişindeki belediye logosunun tam üstüne (belki de Duchamp’tan esinlenerek) bir pisuar yapıştırmış ve Büyükşehir yazısının tam karşısına “Küçük 1 Lira” yazısını eklemişlerdi. Ankara’nın, son yıllarda yapılan dönüşümlerle kanalizasyon kenti görünümü alması, bundan daha iyi ifşa edilemezdi herhalde. Yine geçtiğimiz günlerde Emek Sineması’nı geri almak için İstiklal Caddesi’nde eylem yapan ve eylemlerini Demirören Avm içinde sürdüren grubun taşıdığı bir döviz kültürel kodları ters yüz ediyordu. Beyoğlu Güzelleştirme Derneği’nin semti pazarlamak için icat ettiği “Beyoğlu Lavanta Kokuyor” reklam mesajı, eylemciler tarafından “Beyoğlu Avanta Kokuyor” a dönüştürüldüğünde, bir semti ya da bir kenti estetize etmeye, markalaştırmaya yönelik tavrın arkasındaki ticari pis kokular görünür hale geliyordu.

SEMİYOTİK BOYUN EĞDİRME
Devlet ve şirket iktidarının kendi ücretli semiyotikçilerine (reklamcılarına) hazırlattıkları bu tür mesajların, imajların bombardımanı altında yaşıyoruz. Felix Guattari, günümüzde kapitalist iktidarın semiyotik boyun eğdirmeye dayandığına işaret ediyor: “Bugün kapitalist iktidar, polis ya da açık fiziksel baskı kullanımından daha çok, semiyotik boyun eğdirmeyle iş görüyor” diyordu bir söyleşisinde. Yerden göğe kadar haklı. Kamusal alandaki reklam panolarından, TV ekranlarından durmadan, tek taraflı mesaj akışına maruz kalıyoruz. Bize bir şeyler satmaya çalışan, kimlikler dayatan bu mesajlar aslında bir hayat tarzının, kapitalist hayat tarzının yerleşmesi konusunda, şiddet kullanmadan ikna etme gücüne sahip. Çoğumuz bu mesajları verili bir gerçekmiş gibi hiç sorgulamadan kabul ediyor, dayatılan bu dilin içinde hareket ediyoruz. Kısacası, gündelik hayatta şirket gibi, devlet gibi konuşur, düşünürken buluyoruz kendimizi.

Oysa yazının başında sözünü ettiğim eylemciler, bu mesajları içeriden bozarak, bize gösterilen ile bizden saklanan arasındaki boşluğu görünür kılmaya çalışıyorlar. Arzularımızı kapitalist ilişkiler doğrultusunda kodlamaya çalışan mesajları, semiyotiği içeriden çökertmeye girişerek bir tür semiyotik terörizm yaratıyorlar. Batı’da bu tür eylemlere ‘Culture Jam’ adı veriliyor. ‘Jam’ sözcüğünü, artık gündelik hayatımıza girmiş olan, dinlenmeyi önleyen sinyal kesici araçlar, jammer’lardan hatırlayacaksınız: bir alıcı-verici sisteminde aradaki iletişim ortamını kesen, vericiden alıcıya gönderilen sinyalleri bozan, karıştıran bir alet. Culture Jam’in isim babası, San Franciscolu ses kolajı grubu Negativland; Jamcon’84 albümlerinde “ustalıkla yeniden düzenlenen reklam, izleyiciyi, şirketin asıl niyetini dikkate almaya yönlendirir” diye yazıyorlardı. Culture Jam eylemine girişenler de hedef kitleye gönderilen bu tek taraflı akışı bozmaya, reklam dilinde küçük oynamalarla bize dayatılan kültürel kodları çökertmeye çalışıyorlar. Reklam panolarındaki mesajlar üzerine yaptıkları eklemeler ya da reklam filmlerini yeniden çekerek gerçekleştirdikleri anti-reklamlar bir tür détournement olarak işlev görüyor. Bu yüzden bu kültürel kodları bozucu tavrın 1950’lerdeki Sitüasyonist Enternasyonal hareketinden kökenlendiği söyleniyor.

Türkçeye saptırma ya da yoldan çevirme olarak çevrilebilen détournement, Sitüasyonistlerin kullandığı oyuncul taktiklerden biri. Kapitalizmin kendi söylemini tersine, kapitalizmin aleyhine dönüştürmek olarak tanımlanabilir. Ellilerde sitüasyonistlerin kullandığı bu taktik 1970lerde punklar tarafından yeniden kullanıldı ve 1980lerdeCulture Jam eylemcilerine esin kaynağı oluşturdu.

SİSTEMDEKİ ÇATLAK
Karşı-reklamlar üreten Adbusters dergisinin editörlerinden Kalle Lasn ‘Kültür Bozumu (Culture Jam), Sonumuzu Hazırlayan Tüketim Çılgınlığından Kurtulmanın Yolları’ başlığını taşıyan kitabında “Şirketler reklam yapar, kültür bozucuları ise karşı reklam” diye belirtiyor (çev. Cem Pekman ve Ahmet Ilgaz, Bağımsız Yayınlar, 2004). Kültür bozucuları, tek taraflı mesaj akışı karşısında, reklamların dilini saptırarak, kapitalist mesajlara yine reklam diliyle yanıt verdikleri bir diyalogu sürdürüyorlar. Dil içinde gerçekleştirdikleri parodik, oyuncul dönüştürmelerle, saptırmalarla sistemde bir çatlak yaratmaya, kodlanmış arzuları serbest bırakmaya çabalıyorlar. Ne var ki kültür bozucuların ürettikleri bu karşı reklamların çoğu kez şirketler tarafından yine kendi reklamları olarak kullanıldığı da bir gerçek. Sadece dil içerinde, dil oyunlarıyla yapılan muhalefetin sistem tarafından evcilleştirildiği, saptırmanın, şirketler tarafından yeniden saptırıldığı ve bunun sonu gelmez bir oyuna dönüştüğü görülüyor. İktidar odaklarının semiyotik boyun eğdirmeyle iş gördüklerini bilmek ve bu semiyotiği çökertmek önemli olsa da yeterli olmadığı, Barbara Kruger gibi Culture Jam hareketinden etkilenmiş sanatçıların işlerinden malum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder