15 Mart 2012 Perşembe

ISTAKOZLA DOLAŞMAK



RAHMİ ÖĞDÜL

15 Mart 2012

Romantik yazının ünlü ismi Gérard de Nerval, Kraliyet Sarayı’nın bahçesinde mavi bir kurdeleye bağladığı bir ıstakozla gezmeyi severmiş. Neden ıstakozla dolaştığını soranlara da bu hayvanların köpekler gibi havlayıp da kafa şişirmediklerini ve ayrıca derinliğin sırlarını bildiklerini söylermiş. Her baba yiğidin harcı değil doğrusu, derinliği yanında gezdirmek, derinliğin sırlarıyla karşılaşmak, yüzleşmek. Derinliklerde ne tür bir hakikatle karşılaşacağımızı bilemediğimiz için yüzeylerin parlak çekiciliğinde sörf yapmak daha keyifli geliyor bize.

Batı’da Reformasyon hareketi sırasında aralarında Grünewald, Cranach, Baldung-Grien, Dürer’in de yer aldığı pek çok sanatçı, görünen yüzeydeki imge ile ardında, derinlerde yatan hakikat arasındaki gerilimi yansıtan Lucretia konulu tablolar yapmışlardı. Hatırlatmakta fayda var: Lucretia, Roma Cumhuriyeti tarihindeki efsanevi bir kadın kahraman. Romalı tarihçi Livius’un anlattığına göre dönemin Roma kralının oğlu Lucretia’nın ırzına geçer ve bu lekeyle yaşamak istemeyen Lucretia da bunun üzerine intihar eder. Bu intiharın aynı zamanda krallıkta bir devrime yol açarak tiran rejiminin yıkılmasını ve cumhuriyetin kurulmasını sağladığını da vurgulayalım.

ASKIDA TUTULAN BİR EYLEM
Lucretia tablolarında yüzeyi, imgeyi iptal etme edimi askıda tutularak zamanın teolojik tartışmalarına bir çözüm getirmişti sanatçılar. Reformasyon resminde iki tehlikenin olduğu görülüyordu: bir tarafta klasik çıplaklığı, imgeyi yücelten bir ikon-severlik, diğer tarafta ise metafizik bir mistisizme yönelen ikon-kırıcılık. İmge ile derinlik arasında tercih yapmanın zor olduğu zamanlardı. Sonunda sanatçılar Lucretia ile bu sorunu çözdüler. Elindeki bıçakla Lucretia hem imgeyi hem de tuvali parçalar gibi yaparken derinlerde de bir hakikatin olduğunu sezdiriyordu. Bitirilmemiş, askıda tutulan bir eylem halinde, örtü ile derinlerde yatan arasındaki diyalektik ilişkiyi daha da görünür kıldıklarını biliyorlardı sanatçılar.

Nerval’ın ıstakozu gibi sürekli yanımızda, içimizde gezdirdiğimiz, çok nadir anlarda farkına vardığımız bir derinlik hayvanından söz eder Agamben, Genius adlı denemesinde ( Dünyevileştirmeler, çev. Betül Parlak, Monokl Yayınları). Latinlerin doğum sırasında her insanın koruyucusu olduğuna inandıkları ilahtır Genius. Zaman zaman yüzeye çıkan bu ilah ömür boyu derinlerde bir yerlerde hep bizimle birliktedir. “Bizden kaynaklanmayıp bize kaynaklık etmiş olduğundan yaşamımızın ta kendisidir” diye not düşer Agamben. İnsanı aşan, insandan fazla olan bir durumdur. Genius, insanın sadece Ben ve bireysel bilinç olmadığını, doğumundan ölümüne kadar kişiselleşmemiş ve bireysellik öncesi bir öğeyle birlikte yaşadığını anlatır. Deri ile örtülüp kişilik kazandırılmış, kapatılmış bir bedeni akış halindeki hayata bağlayan bir iptir belki de.

BİZE EŞLİK EDEN SESSİZ TANIKLAR
İran geleneğinde ise Genius’un Daena adlı bir meleğe dönüştüğünden söz ediyor Agamben. Her insanın doğumuna eşlik eden, güzeller güzeli bir genç kız görünümündedir Daena. Her birey ona benzer biçimde yaratılmıştır önce, aynı zamanda bu melek bizi sürekli takip eden, yaşamımızın her anında bize eşlik eden sessiz tanıktır. Bu yolculuk sırasında, tıpkı Dorian Gray’in Portresi’nde olduğu gibi, meleğin yüzü de değişir zamanla. Her sözcüğümüzle, her düşüncemizle, her hareketimizle dönüşür. Böylece ölüm anında ruh, kendisini karşılamaya gelen meleğini, hayatta nasıl davrandıysa bu davranışa uygun bir biçimde değişmiş olarak görür, bazen daha da güzel bir varlığa, bazen de korkunç bir şeytana ve şu sözleri fısıldar: “Ben senin Daena’nım, düşüncelerinin, sözlerinin, davranışlarının oluşturduğu şeyim” Sürdürmüş olduğumuz hayat, suretine göre yaratıldığımız bu arketipe şekil verip, biçimlendirmiştir.

Lucretia’nın kestiği yüzeyin altında, derinlerde karşılaşacağımız şeyi, yeryüzünde yapacağımız edimlerle bizlerin biçimlendirdiğini anlatıyor bu öykü. Nerval gibi sürekli yanımızda gezdirdiğimiz derinliklerin hayvanını da biz biçimlendiriyoruz aslında.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder