12 Nisan 2012 Perşembe

SANATIN 'OIKONOMIA'SI



RAHMİ ÖĞDÜL

12 Nisan 2012

İktidar düzeneklerinin bizi nasıl biçimlendirdiğini, işine yarar özneleri nasıl yarattığını sanat tarihinden örnekler üzerinden de görebiliriz. Her dönem iktidar kendi öznelerini yaratmak için sanatın biçimlendirici gücünden de yararlanmayı bilmiştir ya da dönemin iktidar düzenekleri sanattaki beden tasvirlerini de biçimlendirmiştir. Foucault’nun zengin bir içeriği olan ve iktidar düzeneklerine gönderme yapan dispozitif kavramından yola çıkarak sanattaki beden temsilleri okumak mümkün. Dispozitif kavramına geçmeden önce Agamben’in ekonomi terimi ile dispozitif kavramı arasında kurduğu akrabalık ilişkisinden söz etmekte fayda var. Üstelik ekonomi teriminin teolojide kazandığı anlamla birlikte okumak gerekiyor tüm bu temsilleri.

Agamben ekonominin teolojik soy kütüğünün izini sürdüğü çalışmasında Yunanca oikonomia teriminin kilisede oynadığı rolü ifşa ediyor ve evin bilfiil idaresi anlamına gelen bu terimi kilise büyüklerinin teolojiye taşıdıklarından söz ediyor (Dizpositif Nedir?/Dost, çev. Eken Dedeoğlu, MonoKL Yayınları). M.Ö. 2. yüzyılda Tanrı figürünün Baba, Oğul ve Kutsal Ruh olarak üç surette tasvir edilmesi tartışılırken bu teslis inancının Hıristiyanlığa yeniden çoktanrıcılığı ve putperestliği getireceğinden korkanların direnişi üzerine devreye oikonomia terimini sokuyorlar. Kısaca Tanrı özü itibariyle birdir ancak ‘oikonomia’sına, yani evini, yarattığı âlemi nasıl yönettiğine gelindiğinde üçlüdür gibi bir çözüm bulunarak Tanrının üçlü doğası arasında bir görev dağılımı yapılıyordu. Teolojide ekonomi terimi, ilahi takdir kavramıyla kaynaşarak Tanrı’nın evreni ve insan tarihini kurtuluş doğrultusunda yönetmesi anlamına gelmeye başlar böylelikle.

Ekonomi, yani evin, evrenin çekip çevrilmesi, düzene sokulması anlamına gelen ‘oikonomia’ kavramını kilise büyükleri Latinceye’ dispositio’ olarak çevirmişler. ‘Dispositio’ kavramı Foucault’nun dispozitif kavramıyla akrabadır. Nedir Foucault’cu dispozitif kavramı? Yaşayan bir varlık olarak birey ile tarihsel unsurlar, yani iktidar ilişkilerinin somutlaşmasından doğan kurumlar, özneleştirme süreçleri ve kurallar bütünü arasındaki ilişki. Foucault bu kavramla, iktidar ilişkileri ve düzeneklerinde, yani iktidar oyunlarında öznelerin nasıl biçimlendirildiğini inceliyor.

Agamben, Foucault’nun metinlerinde kilit bir terim olan dispozitif kavramını şu şekilde, oldukça net bir biçimde tanımlıyor: “Yaşayan varlıkları yakalama, yönlendirme, belirleme, önleme, modelleme, denetleme; bu varlıkların vücut diline, davranışlarına, fikir ve söylemlerine dayanak teşkil etme yetisi olan her şey. Yani sadece hapishaneler, akıl hastaneleri, panoptikon, okullar, dinler, fabrikalar, disiplinler, yasal önlemler değil… Fakat bunlardan başka gazetecilik, yazarlık, edebiyat, felsefe, ziraat, sigara, internette gezinme, bilgisayarlar, cep telefonları, ve dahası belki de dil var… dil en kıdemli dizpozitif belki de.”

Ekonominin teolojik bir anlam kazanması ve buna paralel olarak Adam Smith’in piyasanın görünmez elinden söz etmesi, ilahi bir yasa olarak pazar ekonomisinin bize nasıl dayatıldığıyla örtüşüyor. Bir görünmez el olarak pazar ekonomisinin sanatı nasıl biçimlendirdiği, dönemin dispozitif anlayışını nasıl dayattığını, özneleri nasıl dönüştürdüğünü 18. yüzyılda yaşamış İngiliz ressam Thomas Gainsborough’nun iki tablosu üzerinden tartışabiliriz. “Hasat Arabası” başlığını taşıyan bu tablonun iki versiyonunu yapıyor ressamımız. 1767’de yapılan ilk versiyonu, bir grup köylünün hasat sonunu kutlamak için verilen ziyafete götürülmelerini gösteriyor. Ziyafette köylüler yiyip içecekler ve bir sene sonraki hasatta çalışmak üzere teşvik edileceklerdir. At arabasında ayakta duran iki erkek köylü, muhtemelen içinde şarap olan bir şişe üzerine kavgaya tutuşmuşlar, üçüncü bir köylü ise bir kadını kabaca arabaya çekmektedir. Arabadaki diğer iki kadın çekici bir şekilde tasvir edilmişlerdir. Arabayı çeken at bile huysuzluk yapmakta ve bir başka köylü hayvanı kontrol etmeye çalışmaktadır.

Yine Hasat Arabası adını taşıyan resmin ikinci versiyonu ise 1784-85’te yapılmıştır ve yine bir grup köylüyü hasat sonrası ziyafete giderken göstermektedir. Ancak bu sefer, arabada birbiriyle dalaşan iki adam ortadan kalkmıştır. Arabadaki iki kadın, artık üç tanedir ve ikisinin kucağında bebekleri vardır. Arabaya çekilen kadına şimdi kibarca yardım edilmektedir. Atlar da yabanıllıklarından kurtulmuş, uygarlaşmışlardır.

Gainsborough’nun yaptığı ilk versiyon satılmazken, ikinci versiyonuysa Galler Prensi tarafından satın alınmıştır. Aralarında yaklaşık yirmi senelik bir zaman farkı olan bu iki resme baktığımızda iktidar düzeneklerinin bedenleri nasıl da istenilen kıvama getirdiğini görebiliyoruz. Tüm yabanıllıklarını yitiren köylü bedenleri, hatta atlar bile toprak sahiplerinin arzu ettikleri uygar bedenlere dönüşmüşlerdir. İlahi iktidar yasasının görünmez eli, ‘oikonomia’sı bedenleri kendi arzu ettiği kıvamda yoğurmayı bugün de sürdürüyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder