12 Temmuz 2012 Perşembe

İŞTE O AN: PARABASİS ANI


RAHMİ ÖĞDÜL

12.07.2012

Maskelerimizi çıkarmanın zamanı gelmedi mi? Bize verilen rolü oynamaktan vazgeçmenin zamanı. Aristophanes’in komedilerinde koro üyeleri oyunun bir anında bir adım öne çıkar, maskelerini çıkarır ve izleyicilere aktör olarak değil yurttaş olarak seslenirlerdi. Bu ana parabasis deniliyor. Elimize tutuşturulan senaryoyu yırtıp atmanın, bize biçilen rollerden çıkmanın ve doğrudan bir yurttaş, bir evren sakini olarak konuşmanın zamanını, o parabasis anını yakabiliriz her an. Karşılıklı konuşmaya, basit ve insani bir söyleşiye kapı aralayan bir anı.

Giderek daha fazla kurmaca bir metnin içine gömüldüğümüzü ve iktidarın kendi imgelemine göre göre yazıp yönettiği bir oyunun içinde, istesek de istemesek de yer aldığımızı hissediyoruz. Gündelik hayatın koşuşturması sırasında rollerimizin kurmacasına öylesine kaptırıyoruz ki kendimizi, oynadığımız karakterlerin üzerinde düşünecek vakit bile bulamıyoruz. Antik Yunan’da aktörlerin yüzlerine taktıkları, persona denilen maskelerimizi bir an olsun çıkarmak aklımızın ucundan bile geçmiyor. Kurmacanın rehavetine kapılıyoruz belki de. Düşünce yetimizi durmadan dumura uğratan iktidarın metnine sarılıyoruz tüm gücümüzle, çünkü kurmaca çok anlamlı geliyor bize. Aldous Huxley, ‘The Genius and The Goddes’ romanında “işlenmemiş haliyle varoluş her zaman birbirini izleyen baş belası bir şeydir” diye yazıyor. Romanın kahramanlarından biri “kurmacanın birliği var, biçemi var” diyerek, gerçekliğin biçimsizliğinden, düzensizliğinden yakınıyordu. Bu yüzden gerçeklik asla anlam yaratmıyor, anlam yaratacak kurmacalara sığınıyoruz ve iktidarın bizim adımıza düşünüp yazdığı ve yönettiği oyunda aktörler olarak rol almak işimize geliyor, kim bilir? Daha doğrusu gerçekliği işleyerek anlamlı hale getirecek zihinsel yetilerimiz, gücümüz iktidarın çok sayıdaki aracıyla öylesine tahrip edildi ki düşünmeden, kılık değiştirip hazır bir oyunun içine katılıveriyoruz. Oyunun dışına çıkıp gerçekliği hep birlikte, herkesin bir ucundan örmeye başladığı bir dantela gibi işleyerek hayatı başka türlü kurmak çok zor geliyor bize, aklımızın ucundan bile geçmiyor.

İktidar, davranışlarımızı, beden dilimizi, düşüncelerimizi yararlı olduğunu düşündüğü bir doğrultuda yönetmek, denetlemek ve yönlendirmek için bir pratikler, bilgiler, önlemler bütünüyle öylesine sarıp sarmaladı ki bizi bu bütünün içinden yakayı kurtarmak hiç de kolay bir iş gibi gözükmüyor. Hayatımızı kolaylaştırdığını düşündüğümüz her teknik gelişim iktidarın oyununa daha fazla gömüyor bizi. Agamben, Foucault’nun ‘dispozitif’ kavramını tanımlarken bu bütünün nasıl da her yere sızdığını, her şeyi denetleyip yönlendirdiği anlatıyor: “Yaşayan varlıkları yakalama, yönlendirme, belirleme, önleme, modelleme, denetleme; bu varlıkların beden diline, davranışlarına, fikir ve söylemlerine dayanak teşkil etme yetisi olan her şey. Yani sadece hapishaneler, akıl hastaneleri, panoptikon, okullar, dinler, fabrikalar, disiplinler, yasal önlemler değil. Bunların iktidarla olan ilişkileri kendinden aşikâr. Fakat bunlardan başka gazetecilik, yazarlık, edebiyat, felsefe, ziraat, sigara, internette gezinme, bilgisayarlar, cep telefonları ve dahası belki dil bile var…” (Dispozitif Nedir?/Dost, çev. Ekin Dedeoğlu, Monokl).

Böylesine bir bütünün içinde gömülü olmak ve bize verilen her şeyi bir lütufmuş gibi kabul etmek. Oysa Herman Melvill’in kahramanı Bartleby’nin söylediği “yapmamayı tercih ederim” bir formül olarak duruyor önümüzde. Üzerimize bindirilen, Foucault’nun dispozitif olarak tanımladığı yaşayan varlıkları yakalama, yönlendirme, belirleme, modelleme, denetleme aygıtının hemen yanı başında kurucu bir dışarısı yaratmak için Bartleby’nin formülü işe yarayabilir. Yapmamayı ya da oynamamayı tercih ediyorum. İktidarın yasalarına, yazılı metnine katılmamayı tercih ediyorum, diyebiliriz. Burada, sözcüğü, daha sonra İncil’de aldığı anlamla birlikte büyük harflerle yazmak gerekiyor: PARABASİS, yani haddini aşmak, çizgiyi geçmek, yasalara karşı gelmek, günahkâr olmak. Aristophanes’in oyunlarında koro üyeleri rollerinden kurtulmak ve sıradan bir yurttaş gibi konuşmak için maskelerini çıkarıyor ve bir adım öne çıkıyor, yani çizgiyi aşıyorlardı. Kurmaca ile gerçek arasındaki bölünmenin ortadan kalktığı bu aralıkta tüm çıplaklığımızla yakalayabiliriz birbirimizi belki ve gerçekliği hep birlikte bir dantela gibi işleyebiliriz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder