27 Aralık 2012 Perşembe

BİR SERGİDEN TABLOLAR


RAHMİ ÖĞDÜL
 
27.12.2012
 
Hayır, Musorgski’nin yapıtından değil, diktatöryal bir küratörden söz edeceğim bu yazıda. Yeryüzünü yaldızlı çerçevelerle çevrili tabloların sergilendiği bir galeri gibi görmek isteyen iktidarın bakışından. Kendi durduğu sabit noktadan, perspektif kurallarına göre mekânı ve figürleri hiyerarşikleştirerek çizdirdiği, her biri birer ana konu etrafında örgütlenmiş tablolar şeklinde düzenlemeye kalkışıyor yeryüzünü bu küratör. Kendi konuları etrafında yoğunlaşmış figürlerin, başka tablolardaki konulara karışmaması için kalın çerçevelerle ve aralarındaki boşluklarla birbirinden ayrı düşürüldüğü etkinlik alanları. Tablolar, duvara asılmış birer zihinsel hapishane gibi duruyorlar.
 
ODTÜ’de öğrencilerin polis şiddetine maruz kalmasına karşı çıkan öğretim üyelerine efelenmesinden anlıyoruz bunu. Üniversiteler sadece kendi işleriyle uğraşan, başka hiçbir işe bulaşmayan figürlerden oluşmuş birer tablo gibi durmalı iktidarın duvarında. Herkesin sadece kendi işine odaklandığı ve başka hiçbir işe karışmadığı, dingin ve pastoral tablolar cenneti. Panoptikon kulesinden seyretmeye doyamayacağı bir görünüm. Bir de bu tablolar ortaçağların sembolik peyzajlarına göre tasarlanırsa, manzaranın tadına doyum olmaz. Sorgulanmaz bir kutsalın hep ana konu olarak zuhur ettiği, her türlü figür ve nesnenin ise ancak kutsalla ilişki halinde sembolik olarak okunabileceği bir yeryüzü cenneti, iktidar açısından.
FİGÜRLER HİYERARŞİYİ BOZUYOR
Birden tabloların birinde bu dinginliği bozan bir şeyler olmaya başlıyor. Perspektif kurallarına göre hiyerarşik şekilde düzenlenmiş figürler hiyerarşiyi bozuyor, tablonun tümünü ele geçirip çerçeveyi zorlamaya, başka tablolara sızmaya kalkışıyorlar. Olacak şey değil! Panoptikon kulesinde oturan iktidar ancak yeryüzüne bir bütün olarak müdahale edebilir, her şeye dair söyleyecek sözü, yeryüzünü tablolar halinde düzenleyecek gücü vardır. Tablolarda lekeler halinde zuhur eden silik figürlerin, her şeye dair söz söylemeye, başka tablolardaki silik figürlerle, konularla kaynaşmaya kalkışmaları olacak şey değil doğrusu. Yapılacak tek şey bu kalkışmayı derhal bastırmak ve kırılan çerçeveyi yeniden onarıp tüm figürleri silik lekeler halinde ait oldukları tablolara yerleştirmektir. Çerçeveyi olabildiğince kalınlaştıran iktidar, figürlerin yeryüzünün başka türlü olabileceğine, yeniden “insanca, pek insanca” örgütlenebilecek bir dışarısı olduğuna dair umutlarını da kapatmak istiyor.
ÇERÇEVELER DAYATILIYOR
Tabloların ana konusunu, problemini iktidar-küratör belirliyor. Tablolardaki figürlerin sadece kendilerine verilen problemi çözmelerini, kendilerine ayrılan kumu eşelemelerini istiyor. Problemin yukarıdan belirlenmesi, ister istemez bir çerçeve dayatıyor zaten figürlere; problemi tanımlarken çizilen çerçevenin içinde tıkılı kalıyor silik figürler. Kendilerine dayatılan çerçevenin dışına çıkıp, kendi problemlerini inşa etmeye, ayrı düşmüş konular arasında bağlantılar kurarak kendilerini yaşamın tam ortasına yerleştirmeye çalışan figürlerin lekelikten kurtulduklarını görüyoruz. Göz alıcı renklerle yeniden görünür hale gelen figürler tablonun tamamını kaplamaya başlıyor, tıpkı Resul Aytemür’ün resimlerinde olduğu gibi.
 
Kamusal alanları, meydanları dolduran kalabalıkları tuvaline aktarıyor sanatçı. Kalabalıklar, akışkan bir boya katmanı gibi her an başka tablolara karışacakmış gibi duruyor resimlerinde. Basın bülteninde yazdığı gibi, “Sanatçının resminde boyanın hamursu dokusu, burada resmin can damarı ve vazgeçilmez özelliği olarak yaşama gönderme yapar ve onun aktif akışkanlığını resimsel ifadeye aktarır.” Etkin ve akışkan bir yaşamın tam ortasına yerleşmiş figürler, figüranlığı terk edip etkin bireylere, aktörlere dönüştükçe, akışkan bir boya katmanı gibi her yere bulaşacaklardır. Küratörün özenle tasarladığı serginin de çöküşüne tanık olacağız böylelikle.
Not: Resul Aytemür’ün “Kargaşa II” resim sergisi, Ankara Portart Sanat Galerisi’nde 5 Ocak -3 Şubat tarihleri arasında ziyaret edilebilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder