9 Mayıs 2013 Perşembe

HAYATI KEÇELEŞTİRELİM!


RAHMİ ÖĞDÜL

09.05.2013

Fluxus sanatçısı Joseph Beuys’un uçağı İkinci Dünya savaşında Kırım’da düşer ve kendinden geçmiş halde göçebe Tatarlar bulur onu: “Voda (su)” diyen sesleri, sonra keçe çadırlarını ve yoğun, keskin peynir, yağ ve süt kokusunu hatırlıyorum. Yeniden ısınmasına yardım etmek için bedenimi yağla kapladılar ve sıcaklığını koruması için keçeye sardılar.” Ölümden dönen Beuys, bedenini bir rahim gibi saran yağ ve keçe sayesinde yeniden doğmuştur. Ve bu yeni yaşantısında göçebelerin keçesiyle birlikte yaşamaya başlar. Pekçok performansında keçe kullanmıştır. Gündelik hayatında keçeden yapılmış bir takım elbise ve şapka giyer.


Keçe, Beuys’un yerleşik hayattan göçebe hayata geçişini temsil eder. Yerleşiklerin geometrik ve parsellenmiş hayatına, tıpkı karmaşık bir ağ oluşturan keçenin lifleri gibi müdahale ederek, hep birlikte toplumsal bir heykel yaratmamızı önerir. Kendi performansları da bu toplumsal heykeli biçimlendirme çabalarıdır. “Sanat, sanat yapıtı olarak toplumsal organizma inşa etmek için önce yıkmak durumundadır” dedikten sonra yaşayan herkesin toplumsal heykelin heykeltıraşı ya da mimarı olduğunda, biçimi sürekli değişen ve bir süreç olarak beliren toplumsal heykelin mümkün olacağını söyler. İktidarın biçim dayatmalarının aksine, katılarak, birlikte karar alarak kuracağımız bu toplumsal heykelin özgürlükçü, demokratik sosyalizmin ilkeleri doğrultusunda ortaya çıkacağından emindir Beuys. İktidarın bir kumaş gibi birbirine dik kesen ipliklerle dokuyarak geometrikleştirdiği, parsellere ayırdığı hayatı keçeleştirerek, tıpkı göçebelerin uzamdaki her yöne doğru savrulan hareketi gibi tüm parselleri yıkmamızı önerir bir bakıma. Beuys’un kumaşı değil de keçeyi tercih etmesini anlamak istiyorsak her ikisinin de mikro dokusuna bakmamız gerekecek.

Bildiğiniz gibi kumaş atkı ve çözgü denilen ve birbirini dik kesen ipliklerden oluşmuş geometrik ve santranç tahtasını andıran bir düzlemdir. Ve fazlasıyla yerleşiklerin ızgara kent planını andırmaktadır. Tüm koordinatlarıyla tanımlı bir yeryüzü parçasını. Bir satranç tahtası üzerindeki taşlar gibi bireylerin rollerini, işlevlerini, hareketlerini belirleyen bir zemin gibidir. Kumaşın dokusu, yerleşiklerin yeryüzünü parsellere ayırmasıyla ve dolayısıyla mülkiyet ilişkilerinin ortaya çıkışıyla örtüşmektedir. Bireyler artık kendilerine ayrılan ve yasaların izin verdiği yolları izlemek zorundadır.

Oysa keçenin mikro dokusuna baktığımızda lifleri, göçebelerin yeryüzündeki hareketlerini yansıtmaktadır. Yerleşiklerin ızgara planının aksine, yeryüzü göçebelerin önünde her yöne hareket imkânı sağlayan bir düzlem gibi yayılır. Keçenin liflerinin ağsal düzenlenişi, kumaşın birbirini dik kesen ipliklerinden farklıdır. Kıvrımlar oluşturarak her yöne savrulan, karmaşık bir lif dokusu vardır keçenin. Bir kumaşta ipliklerin nasıl hareket edeceği ve hangi yöne doğru ilerleyeceği iktidarın deterministik yasaları gereğince aşırı belirlenmiştir. Keçede lifler, artık iktidarın geometrik mekânının doğrusal çizgisinde ilerlemek yerine, doğrusallığı ihlal ederek, alabildiğine farklı biçimlerde tuhaf kesişmeler yaratırlar. Göçebelerin hem malzemesi hem de mekânıdır keçe.

İktidar bir kumaş gibi yeryüzünü, kenti parsellere ayırarak, bir satranç tahtasındaki taşlar gibi nasıl ve hangi yöne hareket edeceğimizi belirlemek istiyor. 1 Mayıs ve sonrasında yaşanan olaylarda devrimci toplumsal belleğin cisimleştiği Taksim Meydanı’nı kuşatan kolluk kuvvetleri, meydana girmek isteyenleri geri püskürtmek için şiddet kullandı ve kullanmaya devam ediyor. İktidar sınırları belirliyor ve sınırların dışında kalanları marjinal olarak tanımlıyor, yani merkezin kıyısında duranlar olarak. Bir kumaş gibi dokuyarak hayatı parsellere ayıran, merkezi ve marjini belirleyen iktidarın karşısında hayatı keçeleştirmekten başka çaremiz yok. Hayatı keçeleştirerek Joseph Beuys’un toplumsal heykelini hep birlikte inşa edebiliriz.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder