31 Ekim 2013 Perşembe

KEPÇELER, DAMPERLİ KAMYONLAR VE KAR TANELERİ

RAHMİ ÖĞDÜL

31.10.2013

1960'larda sanatçılar, kentlerdeki tükenmişlik karşısında tepkilerini dile getirmek için yeni kaynak arayışına giriştiklerinde doğaya yöneldiler ve açık arazide sanatlarını icra etmek üzere, arazi sanatçısı Robert Smithson’ın tabiriyle “fırça yerine buldozer” kullanmaya başladılar. Buldozer ya da kepçe yıkımın simgesi. Sistemin kaynağı tükendikçe yıkımdan enerji sağlayan iktidarı en iyi anlatan araç; geçen yazımda artık devleti anlatırken bütünü bir başka bütünle anlatan metaforların bir işe yaramadığından, parçanın bütünün yerine geçtiğinden söz etmiştim, yani metonimiden. Bir metonimi olarak kepçe, yoksullara ve doğaya karşı kullanılan bir yıkım aracı olarak devletin politikalarını bir çırpıda anlatabiliyor.

DOĞADAN SANAT ÇIKTI
Altmışlarda ekolojik kriz gündeme geldiğinde doğayı görünmez bir kaynak olarak sürekli sömüren kapitalist anlayışa tepki olarak sanatçılar haklı olarak, doğayı bir kendilik olarak görünür kılmak için doğaya yönelmişler ve arazi sanatı, toprak sanatı gibi adlarla anılan yeni bir sanatın doğmasına da yol açmışlardı. Ancak özellikle Amerikan arazi sanatçılarının yıkımın simgesi olan kepçeyi fırça olarak kullanmaları ve doğaya müdahale ederek doğanın içinde üç boyutlu manzaralar yapmaları sanatı doğa ile kapitalizm arasında bir aracı konumuna getirme çabasıydı.  Kapitalizm de doğaya ve kentlere kepçeyle müdahale ederek ve Smithson’ın tabiriyle “fırça yerine kepçe” kullanarak peyzajlar yapıyor. Sanatçı bir kapitalist girişimci gibi doğada büyük projelere imza atarken araçlarını değiştirmiş, kepçe ve damperli kamyon kullanmaya başlamıştı. Kepçe darbeleriyle doğanın yüzeyinde izler bırakıyor, damperli kamyondan boyalarını döküyorlardı doğal tuvalin üzerine. Oldukça resimsel bir hafriyat. Kapitalizm ile sanatın örtüşmesinin Smithson da farkındaydı: “sanat, çevreciyle sanayici arasındaki iletişimi sağlayan bir kaynağa dönüştürülebilir. Çevre bilinci ve sanayi iki ayrı çıkmaz yol gibi değil, bir noktada kesişen yollar gibi düşünülmelidir.”

EKOLOJİK AĞLAR ZAMANI
Sistem kapalı bir sistemse ve enerji girdisi yoksa bir süre sonra entropi, yani düzensizlik artışıyla çöküşe geçtiği görülecektir. Fizikteki termodinamiğin ikinci yasası böyle söylüyor bize. Ve kapitalizm bunu çok iyi biliyor, çöküşe geçmemek için durmadan insan doğası da dahil tüm doğayı bir enerji girdisi olarak sonuna kadar sömürmeyi kafasına koymuş. Kent içindeki yeşil alanlar birer birer ranta teslim edilirken, doğa çılgın projelerinden kaçamıyor. Kepçesiyle, milyonlarca yıldır örülen ekolojik ağları parçalayarak, doğayı ve insan doğasını durmadan yıkarak peyzajlar yaratıyor iktidar.
İktidar ne kadar çabalarsa çabalasın düzensizlik artışının önüne geçemeyecek. Zorla, dışarıdan dayatılan bir düzenin sonunda çökeceğini ve tamamen içeriden sistemi oluşturan öğelerin kendilerini örgütleyerek yeni bir yapı oluşturacaklarını söylüyor kimya bize (bkz İlya Prigogine’nin Kaostan Düzene adlı kitabı). Dengeden uzaklaşan bir sistemde çevredeki koşulların etkisiyle çatallanmalar ortaya çıkıyor ve bir kimyasal sistem iki ya da daha fazla olası yapı arasında seçim yapıyor; hangi yapıyı seçeceğinin önceden belirlemenemediğini belirtiyor Prigogine. Kaos ile düzenin içiçe geçtiği, pasif değil etkin bir biçimde kendini örgütleyen bir madde anlayışından söz ediyor. Bir kar tanesinin oluşumu kaos ile düzen arasında bu geçişkenliği göstermesi açısından önemli. Biliyorsunuz, hiç bir kar tanesi, bir diğerine benzemez.

KAR TANESİ KENDİNE ÖZGÜ ŞEKLİNİ ALIYOR
Buz kristalleri, türbülanslı bir havanın içinde, zorunluluk ve rastlantıya bağlı olarak, kendilerine has bir güzellikle biçimleniyor. Su donarken kristaller, dışarı doğru küçük uçlar (dentritler) veriyorlar önce; bu küçük uçlar büyüdükçe, sınır bölgelerde çevre koşullarına bağlı olan istikrarsız bir durum oluşuyor ve yanlardan yeni uçlar fışkırıyor. Kar taneleri şaşırtıcı incelikte bir düzen sergileseler de bu küçük uçların tam olarak ne kadar hızla büyüyeceklerini, çaplarının ne kadar olacağını ya da kaç kere dallanacaklarını öngörmek mümkün değil. Kıpır kıpır oynaşan, dinamik bir sınır, önceden kestirilemeyen çevresel koşulların ve içsel faktörlerin etkisiyle sürekli değişirken kar tanesi de kendine özgü şeklini alıyor.


 Toplumlar da tıpkı kar tanelerini andırıyor; Gezi Komünü’nde bir kar tanesi yarattık. Toplum mühendisliğinin dışarıdan kepçe zoruyla dayattığı peyzajları boşa çıkardık.. Doğrusal olmayan, dinamik süreçlerle, kaos ile düzen arasındaki etkileşimle, içeriden dışarıya doğru yarattık biz bu kar tanesini.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder