30 Kasım 2013 Cumartesi

PANDORA’NIN KUTUSU’NDAN KAÇAN BOĞA: GAYRİMEŞRU İLİŞKİLER



RAHMİ ÖĞDÜL

28.11.2013

Adı üstünde, muhafazakâr iktidar; şeyleri muhafaza kaplarının içine yerleştiriyor. Her türlü nesneyi ve özneyi ait oldukları kutuların içine yerleştirirken, aralarında kuracakları her türlü ilişkiyi de engellemek için elinden geleni yapıyor. Yenmesi mekruh ile helal olan yiyecek içecekleri ayırır gibi toplumsal cinsiyetleri, toplumsal sınıfları da yine ayrı ayrı kutuların içine tıkarak kızlı erkekli, gayrimeşru ilişkileri önlemeye çalışıyor. Adı üstünde, muhafazakâr iktidar; buzdolabındaki muhafaza kaplarına yerleştiriyor her şeyi.

Oysa Pandora’nın Kutusu açıldı bir kere ve buzul çağı geçeli epey oldu. Modernite her şeyin yerinde durduğu ve sabit bir işlevi olduğu geleneksel özneleri ve nesneleri yerlerinden koparmış ve kentlerde yeni bağlamlara, yeni ilişkilere zorlamıştı.  Sanat üzerinden de bu değişimi izleyebiliriz. 17. yüzyıldaki Bernini’nin Davut heykeli ile 16. yüzyıldaki Michelangelo’nun Davut heykeli arasındaki fark, modern olan ile geleneksel olan arasındaki farktır. Davut’u alabildiğine büken Bernini, artık Michelangelo’nun Davut’unda olduğu gibi yeri sabit bir özneyi değil, sürekli hareket halindeki ve hareket ettikçe yorumlamak zorunda kaldığı görünümle birlikte işlevi de değişen özneyi amaçlamıştı. Yerinden koparılan öznenin durumudur aslında Bernini’nin Davut’u. 19. yüzyıla gelince öznenin sürekli farklı konumlar alarak başkalaştığını vurgulayan Edouard Manet’nin “Folies-Bergeres’teki Bar” tablosuna rastlıyoruz. Kişi barın arkasındaki aynada artık kendini göremez ve tekçi, çizgisel perspektifin optik yasaları da burada geçerli değildir; optik açıdan olmadık bir yerde görür başkalaşan imgesini.

20. yüzyılda Picasso Avignon’lu Kadınlar tablosuyla Bernini’nin heykelde yaptığını, etrafında dolaştıkça kendini farklı şekilde ifşa eden heykel yerine, tuvalin iki boyutlu düzlemine nesnenin farklı açılardan görünümlerini yan yana getirerek gerçekleştirmiştir. Öznelerin ve nesnelerin anlık görünümlerine bağlı olarak parçalandığı, ayrışık parçalardan oluşmuş kübizmin kırık düzlemine vardık böylece. Kübizm burada da kalmadı, hayatın içindeki farklı konum ve işlevlere sahip nesneleri yerlerinden koparıp tuvalin iki boyutlu düzlemine yapıştırdığında kolaja ulaştı. Modernite tarafından yerlerinden koparılmış öznelerin kentlerde birer kolaj gibi yeni ve farklı ilişkilere girdikleri toplumsal düzlemi kolaj, sanatın düzlemine taşımıştı. Artık nesneler ve özneler ait oldukları yer ve işlevden bağımsızlaşarak gayrimeşru ilişkiler kurmak üzere yan yana gelebiliyor. Dolayısıyla çerçevenin parçalandığı, şeylerin alabildiğine yayılıp olmadık ilişkiler kurdukları bir dönemde sanatsever iktidarın Bedri Baykam’ın boş çerçevesine sığınması da anlamını koruyor.

Kadıköy, Altıyol’daki Boğa heykeli tüm toplumsal yan yana gelişlerin merkezinde duruyor. Kendisi de bir kolaj nesnesi olarak yeryüzünde dolaştıktan sonra Kadıköy’e yapıştırılmıştı. Boğa sembolüne baktığımızda farklı kültürlerde farklı anlamlar yüklendiğini görüyoruz. Pagan bir geçmişe sahip boğanın yaşamın kudretini simgelediğini söyleyebiliriz. Modernite nesneleri yerinden ve işlevinden koparıp başka bir bağlama yerleştirdiğinde yeni ilişkilerle birlikte yeni anlamların doğmasına yol açıyor, tıpkı resimdeki kolaj gibi. Boğa heykeli de geçmişte taşıdığı tüm anlamların yanı sıra toplumsal kudretin simgesi gibi duruyor artık Kadıköy’de. Sınıflandırmacı iktidarın muhafaza kaplarının içine tıkmaya çalıştığı özneler Boğa’nın etrafında yan yana gelerek iktidarın hiç de tasvip etmediği kızlı erkekli gayrimeşru ilişkiler yaşıyorlar. İktidar karşıtı ilişkilerle giderek kudretlenen öznelerin kesintisiz yaşam enerjisinin, yaşam severliğin simgesidir Boğa heykeli.

Ölüm sever iktidar artık gerçekleştirmesi mümkün olmayan bir hayalin peşinde. Modernitenin açtığı Pandora’nın Kutusu’ndan kurtulan özneler olmadık yan yana gelişlerle gayrimeşru ilişkileri çoğaltırken, kutudan çıkıp yeryüzüne dağılmış özneleri tekrar toparlayıp ait oldukları yerlere, çerçevelerin içine tıkabileceği sanısına kapılıyor. Melankolik bir iktidar var karşımızda. Freud, melankoliyi yitik bir nesneye yönelik bastırılmış bir saldırganlık olarak tanımlamıştı. Melankolik kişilik, yitik nesnenin yasını tutmak yerine gerçeği kabullenmeyi reddeder ve yine Freud’a göre kimi zaman işi intihara kadar vardırır. Muhafaza kaplarının, çerçevelerin içinden kaçan özneler ve nesneler karşısında politik bir intihara mı kalkışıyor iktidar?


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder