4 Eylül 2015 Cuma

KIZIL MEYDAN'DA SİYAH KARE



RAHMİ ÖĞDÜL
28.08.2015
Bir meydan bir tabloya dönüşebilir mi? Ya da bir tablo bir meydana? Slovenyalı sanatçı kolektifi IRWIN 1992’de, Rusya’daki Kızıl Meydan’ın zeminine Kazimir Maleviç’in “Siyah Kare”sini temsilen siyah bir tuval sererek meydanı bir tabloya dönüşmüştü. Bu performansları, İngilizcedeki “square” sözcüğünün hem kare hem de meydan anlamına gelmesine dayanıyor. Maleviç’in “Beyaz Zemin Üzerine Siyah Kare”si, Kızıl Meydan’da “Kırmızı Kare Üzerine Siyah Kare” haline gelirken, hem tablonun hem de meydanın içerdiği kuvvetlere işaret ediyorlardı.

GÖRÜNÜR OLMAK
Tablo ve meydan. Her ikisi de gizil kuvvetler barındırır bünyesinde ve bu kuvvetleri görünür kıldıkları ölçüde birbirlerine benzerler. Tabloda sanatçı, gündelik algıdan kaçan kuvvetleri görünür kılar. Bir görünmez kuvvet olarak halk da meydanda kendini görünür kılarak kolektif bir eylem gerçekleştirir. Her ikisinin işi de gündelik uzun süreli pozlamaya dayalı algıdan kaçan kuvvetlerledir. Louis Daguerre’in 1838 tarihli, uzun pozlama süresi ile çekilmiş fotoğrafında olduğu gibi makinenin vizöründen devinen bir halk kaçmıştır; sadece hareketsiz insanlar ve nesneler girebilmiştir kareye. Henüz bir gizil kuvvet olarak kendini var edemeyen halk da iktidarın gözünden kaçar. İktidarın baskısıyla sinen bir halk ancak gizil bir kuvvet olarak, algılanamaz bir kuvvet olarak var olabilir ancak. Gündelik algılarımız egemen medyanın imge bombardımanlarıyla etkisiz kılınırken ne gizil kuvvetleri algılayabilir ne de bu kuvvetleri görünür kılabiliriz. Bir halkın kendini görünür kılması, kentin sokaklarını ve meydanlarını doldurduğunda gerçekleşebilir ancak. Bir sanatçının yaptığı ile bir halkın gerçekleştirdiği bir ve aynı şeydir. Biri tabloda diğeri meydanlarda yaratacaktır kendini.


SINIRLI BİR YÜZEY
Her ikisi de kendilerine verili bir alanı kötüye kullanarak gerçekleştirirler amaçlarını. Tuval, dört tahta parçasıyla tanımlanmış, sınırlı bir yüzeydir. Bu sınırlı yüzeyde sınırsız olanı, gizil olanı duyumsatarak iş görür sanatçı. Meydanlar da öncelikle iktidar tarafından kitleleri manipüle etmek üzere tasarlanmış kentlerin geometrik yüzeyleridir. Ama görünmez bir kuvvet olarak halk meydanı kötüye kullandığında, görünür hale gelecektir.
Uzun bir pozlama süresinden kurtulmak ister sanat ve halk. Görünmez olanları görünür kılmak. İktidar ancak duran nesneleri, sabitlikleri algılayabilir, Louis Daguerre’in fotoğrafında olduğu gibi. Dolayısıyla sabit bir nesneden kopuşu gerektirecektir sanatın tavrı. “Sanat artık devletin ve dinin hizmetinde olmak, değişen kültür tarihinin kaydını tutmak istemediği için nesneden kopmak istiyor” diyordu Maleviç manifestosunda. “Siyah Kare”sinde nesneden tamamen kopmuş ve izleyiciyi siyahın gizil kuvvetleriyle baş başa bırakmıştır. Ampul ışığının karşıtı olarak karanlık. İktidar her şeyi kendi ışığı altında olabildiğince netleştirmek isteyecek ve görünen her şeyin envanterini çıkartacaktır. Ve envanterini çıkardığı bu nesnelerle kendi oyununu kurar. Ama karanlık ya da siyah, iktidarın ışığından kaçan görünmez kuvvetleri barındırır. Karanlık, envanterini çıkaramayacağı, kaydını tutamayacağı gizil kuvvetler alanı olduğu için korkutur iktidarı. Kurduğu oyunu bozan kuvvetler. Sevdiği, eliyle koymuş gibi bulacağı, istediği gibi sınıflandırabileceği nesne ve özneleri yitirmiştir. Maleviç’in “Siyah Kare”si karşısında eleştirmenler de aynı duyguyu paylaşırlar iktidarla: “Sevdiğimiz her şeyi yitirdik. Bir çöldeyiz sanki… karşımızda beyaz bir zemin üzerinde siyah bir kareden başka bir şey yok!”

GÖLGEMİZ VAR BİZİM
Ve iktidar elbette “persona”ları sever, yani gündelik hayatta taktığımız maskelerimizi; milliyetçi, ırkçı, dinci, cinsiyetçi kimlikleri; uzun pozlama süresine dayalı sabitlikleri. Oysa Carl Jung’un işaret ettiği bir de "gölge"miz vardır bizim; tüm kimliklerin, sabitliklerin ötesinde, bizi birleştiren gölgelerimiz: “Kişi kendi gölgesiyle karşılaştığında, kendi ışığını görecektir”. Ve bir meydan gölgelerimizin, siyahın ışığında bir tabloya dönüşebilir ancak.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder