18 Eylül 2015 Cuma

ÖLÜM KALIM VE KÜLTÜR SANAT

Angelo Musco

RAHMİ ÖĞDÜL

18.09.2015

O kadar çok konuşuyoruz ki hiçbir şey duymuyoruz ve o kadar çok kavram dolaşıyor ki ortalıkta düşünmüyoruz. Beckett’in “Godot’yu Beklerken” oyununda Estragon ve Vladimir arasında geçen diyaloğu andırıyor durumumuz: “Estragon: Bu arada konuşmamak elimizden gelmediğine göre, biz de bari sakin sakin konuşalım. / Vladimir: Haklısın biz de laf tükenmez. / Estragon: Böylece düşünmemiş oluruz. / Vladimir: Özrümüz var. / Estragon: Böylece duymamış oluruz. / Vladimir: Nedenlerimiz var.” Duymamak ve düşünmemek için hem özrümüz hem de nedenlerimiz var. Eylül ile birlikte kentin kültür ve sanat hayatı hızlı başladı; birbiri ardı sıra sergiler açılıyor ve tabii bu yıl bienalimiz de “Tuzlu Su” temasıyla kültür ve sanat hayatımızın merkezini kaplıyor. Kapı komşumuzun yaman bir faşiste dönüştüğü, Doğu’da katliamların gerçekleştiği, kıyılara göçmen cesetlerinin vurduğu bir ortamda gönül rahatlığı ile sanat ve kültür konuşursak olup bitenleri duymamak ve düşünmemek için tıpkı Estragon ve Vladimir gibi bizim de iyi bir özrümüz ve nedenimiz olacak mı? Diyeceksiniz ki bu ölüm kalım ortamında en azından kültür ve sanat içine yerleşerek soluk alma fırsatı yakaladık. Haklısınız, en azından ülkeyi kaplayan toz duman içinde küçük bir hava kesesi yarattık. Ama hava kesesi içindeki havayı tükettiğimizde hep birlikte boğulacağımızı da unutmayın. Sorun, küçük bir hava kesesi içine kendimizi hapsetmek değil, ülkeyi düşüncelerin kanatlanacağı engin bir hava sahasına dönüştürebilmektir. Sanat böyle bir engin hava sahası yaratabilir; ama sığınacağımız değil, aksine tüm hayatı sığdırabileceğimiz ya da hayatla birlikte kanatlanacağımız geniş bir hava sahası. Tüm yaşam formlarının gelişip serpileceği, hayatın bin bir rengini ve biçimini tartışacağımız bir yaşam sahası. Ve bu yaşam sahasında ufuk çizgisi bizden hep kaçacaktır.

YANİ DENİZ 
Bienalin teması “Tuzlu Su”, yani deniz. Kıyı çizgisi ile ufuk çizgisi arasındaki o engin su kütlesi. İmgelemimiz, sahile vurmuş göçmen cesetleri ile Truman Show’daki gibi dokunabildiğimiz sahte ufuk çizgileri arasında sıkışıp kalmış, şimdilik. Oysa gerçek ufuk çizgisine dokunamazsınız. Ölüm katılığından yaşamın olasılıklar denizine açılmaktır, ufka yolculuk. İktidarın ölümcül düzleminden, yaşamı tüm olasılıklarıyla birlikte kucaklayabileceğimiz dalgalı düzleme geçiş. Her şeyin sabitlendiği iktidarın katı düzeninden kaçış. Bu yolculuk tehlikelidir. Denize açılmak ilk önce katılıkla, sabitlikle, dogmalarla, alışkanlıklarla kurduğumuz tüm bağları koparmayı gerektirecektir. Ardından, ölüm katılığında yitirdiğimiz ne varsa onları yeniden kazanmak: doğanın kuvvetlerini teninde hissetmek, rüzgârın, dalgaların, güneşin kuvvetini duyumsamak ve onlarla birlikte hareket etmek. Denizde dalgalarla mücadele ederek hayatta kalamazsınız, ancak onların dilini anladığınızda, onların diliyle konuştuğunuzda, yani doğa olduğunuzda ufka yolculuk başlamıştır.

ELEMENTLERİ ÇÖZEN NEYDİ? 
Denizi tuzlu su olarak adlandırmak denize haksızlık etmektir. Su, evrensel çözücüdür, katılaşmaları çözerek dağıtır. Yeryüzünde ne kadar element varsa deniz suyunda çözünmüş halde bulunur. Denizi tuzlu su olarak adlandırmak, denizi iki elemente, yani sofra tuzuna, sodyum klorüre indirgemektir. Deniz, sofraların protokol düzenini, hiyerarşik yerleştirmeleri hiç sevmez oysa. Sahile vuran dalgalar her seferinde dikine kurulmuş tekçi düzenleri, kumdan kaleleri yıkar ve çokluğu yan yana yerleştirirler kumsalda. Deniz çokluğu barındırır içinde ve deniz olduğunuzda çokluk olursunuz; çoklukla birlikte dalgalanır, deniz olursunuz. Farklı öğelerin bir araya geldiği bir çokluk olarak dalgalar ve iktidarın ölüm katılığı. Sanatı seçkinlerin hava alacağı, sığınacağı bir hava kesesi değil de dalgalarla katılıkları parçalayan ve ufuk çizgisiyle bizleri kışkırtan bir deniz olarak duyumsadığımızda, yeryüzü düşüncelerin kanatlandığı engin bir hava sahası gibi açılacak önümüzde. İşte o zaman ölüm ve kalımı değil, kültür ve sanatı gönül rahatlığıyla konuşabiliriz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder