1 Eylül 2016 Perşembe

İNSANA YERYÜZÜNÜN NAZARI DEĞMELİ

Charles le Brun

Charles le Brun

Flora Borsi
RAHMİ ÖĞDÜL
02.09.2016

Bir sabah uyanmış ve bir de bakmışsınız, size nazar değmiş; diyelim ki Gregor Samsa misali bir böceğe dönüşmüşsünüz. Bildiğiniz tüm kalıp davranışları, klişeleri, replikleri unutmuş ve yitirdiğiniz duyularınıza yeniden kavuşmuşsunuz. Binlerce gözünüzle yeryüzüne bakıyor ve keşfetmek için duyargalarınızla dokunuyorsunuz her şeye.

O kadar yüklüyüz ki basma kalıp düşünceler, davranışlar, önyargılar ve imgelerle, kat kat tabakaların altında ezilmişiz. Bu ezik varlık, hiç de umut vaad etmiyor. Sabit bir insan doğası olamayacağına göre sabit bir insan kavramı da olamaz elbet, ama “insan, hâlâ insan mı?” diye sormalıyız kendimize. Deleuze ve Guattari, basit bir kavramın olmadığını ve her kavramın bir çokluk olduğunu söyledikten sonra, “her kavramın, bileşenlerinin toplamı tarafından tanımlanan düzensiz bir konturu vardır” diye ekliyorlar (Felsefe Nedir?). Dolayısıyla kavramların konturlarını kompozisyonu belirliyor. İnsan kavramının izini, ilk ortaya çıktığı zamandan bugüne dek sürersek, bileşenlerinin değişmesiyle birlikte konturlarının da değiştiğini görebiliriz. Görebiliriz derken, zihin gözünü kastediyorum, yani “theoria”yı. “Nazar değmesin” deriz ya, nazar değdirmeden de “nazariye”, yani “teori” olmuyor, çünkü Yunanca “theoria”nın anlamı nazarı, yani bakışı içeriyor. İnsana hâlâ insanı niteleyen özelliklerle yaklaşıyor ve insan kavramında ısrar ediyorsak, şimdiki hâliyle bu varlık nazarımızdan kaçıyor ve teoride yanılıyoruz demektir.

Bir tarafta iktidarın yakalama aygıtlarıyla kıstırdığı, biçimlendirdiği ve ezdiği bedenlerimiz, diğer tarafta kilit vurulmuş zihinlerimiz. Zihinler, kepenkleri indirilmiş dükkânlar gibi. Zihin gözümüz kapalı, nazarımız değmiyor hiçbir şeye. Leibniz’in monadlarının bir penceresi vardı, dışarıya açılan. Bu açıklık da kapanınca tamamen içeriye hapsedildik. Dükkânın iç duvarlarındaki dev ekranlardan izliyoruz dışarıda olup bitenleri. Platon’un mağarasının tutsakları da duvara yansıtılan gölgeleri gerçek sanıyorlardı; ama tutsaklıktan kaçmayı arzulayanlar için mağarasının bir çıkışı vardı. Çıkışı olmayan bir mağaraya kapatıldıktan sonra, hâlâ insani nitelikleri taşıdığınızdan emin misiniz? İnsanı insan yapan, tüm duyu organları, gözenekleriyle dışarıya açık olması, algısal ve zihinsel yeteneklerini genişletmesi ve dışarıdan gelecek en küçük uyarana yanıt vermesidir: Hayat memat meselesi.

Şimdi hayat ortadan kalkınca, sadece mematın (ölümün) kapalı devre yayınlarını izlemekle yetiniyoruz. Eğer bu kapalı devrenin devrelerini yakmaksak ve bir sabah yeryüzüne yerin yüzüyle uyanamazsak, kapatıldığımız dükkân/mağaraya lahit diyeceğiz. Lahite kapatılmış zihni ve bedeniyle insan, sizce hâlâ insan mı? Nesneleri hakkında yeni bilgiler elde ettikçe kavramların bileşenleri, kompozisyonu genişliyor, konturları da. Aksine insan, algı ve zihin yetilerini geliştirerek genişlemek yerine, kavramıyla birlikte giderek büzülüp sonunda kendi üzerine kapanacak, yok olacak bu gidişle. İşe yaramayan bir organın körelerek güdükleşmesi gibi. Sonunda ölü bir kavrama dönüşecekse, insandan geriye kalan güdük nesneye insan demek doğru mu?

Rönesans insanı della Mirandola, tanrının, yeryüzündeki yüzleri biçimlendirken elindeki tüm modelleri hayvanlarda kullandığı için insanı yüzsüz bıraktığını ve insanın, en dipteki en süflî yaratığın yüzüne de, en tepedeki en ulvi varlığın yüzüne de bürünebileceğini söylemişti. Şimdi yeryüzü cehenneme çevrilmiş ve yüzümüzde cehennem zebanilerinin yüzü; yüzümüze ekrandaki cehennem yansıyor çünkü. Kapatıldığımız cehennemden çıkış, della Mirandola’nın önerdiği gibi diklemesine değil, aksine yanlamasına, yatay bir harekettir. Sadece birbirleriyle değil, yeryüzünün tüm unsurlarıyla kuracağı yatay ilişkiler, bağlantılar kurtarabilir insanı. Kendini doğanın geri kalanından ayırmak için yarattığı ölüm maskesini yırtıp atmadıkça ne algısal ve zihinsel yetilerini geliştirebilecek ne de insan kavramını hak edecek. İnsan mı olmak istiyorsunuz? Yüzümüz, yeryüzü olmalı ve nazarımız değmeli, milyarlarca gözümüz ve duyargamızla dokunmalıyız birbirimize.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder